Bir Girişimcilik Destanı: Nevşehir, Mustafa Güzelgöz ve Eşeği

Yıl 1943.
Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden olmaz.

Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:

“Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.

– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyor musun, almıyor musun?
– Alıyorum.
– Eee, o zaman ne karıştırıyorsun ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacaksın, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten…

23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.

O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir.

Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen var.

O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, bulundukları makamdan utanmayan, ama ülkesine gram faydası da olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır.

İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İare Sandığı” yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.

Kütüphaneye de bir yazı asar:

“Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.”

Köydeki çocuklar şaşırır.
Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir.

“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der.

Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir.

Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.

Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar.

Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor.

Zenith ve Singer’e mektup yazar:

“Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce okuma yazma kursları vermeye başlar. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.

Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.

GiriÅŸimcilik ne biliyor musunuz?

Bulunduğunuz yere yenilik katmalısınız.

Mutlaka adım atmalısınız.

Yaptığınız iş olduğu yerde durup duruyorsa, sizde bir eksiklik vardır arkadaş. İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.

Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.

Vikipedi

Resimler

İnsan Gözü Kaç Megapiksel?

Gözün retinasının değişik bölgelerinde yaklaşık 7 milyar ışığa duyarlı hücre bulunmaktadır. Bu hücrelere fotoreseptör denilir. Fotoreseptörler çubuk hücreleri ve konik hücreler olmak üzere iki kısımdır. Çubuk hücreleri sadece aydınlık ve karanlığa karşı duyarlıdır ve renkleri algılayamazlar, bu nedenle de sadece karanlıkta siyah ve beyazı görmemizi sağlarlar. Çubuk hücrelerinin sayısı konik hücrelere göre 20 kat daha fazladır. Yoğun ve hassas olduklarından en hafif (soluk) ışıkları bile algılamamızı mümkün kılarlar. Bir çubuk hücre bir konik hücreyi uyarmak için gerekli olan ışık enerjisinin 1/100.000 i kadar küçük bir ışık enerjisi ile uyarılabilir.

Ay ışığı, Güneş ışığının yansıması olduğundan kırmızı, mavi ve yeşil frekansları içerir. Ancak Ay ışığında rahatlıkla kitap okuyabildiğimiz bir gecede dahi ay ışığı ile görebildiğimiz herşey sadece gri ve beyazın tonları olarak görünür. Bunun nedeni, Ay ışığının en parlak durumunda dahi gözümüzdeki konik hücreleri uyarabilecek kadar enerjiye sahip olmamasıdır. Böylece karanlıkta görmemizi, siyah ve beyazın tonlarında da olsa, mümkün kılan çubuk hücrelerdir.

Konik hücreler (konlar) retinanın merkezinde yoğunlaşmışlardır ve renkli görmemizi sağlarlar. Konik hücreler üç çeşittir. Bunlar tayfın değişik bölgelerine duyarlıdırlar. Bu bölgeler kırmızı, yeşil ve mavi bölgelerdir. Renklerin algılanması böylece her üç konik hücrenin bir ışıkla aynı anda uyarılmaları sonucunda bu hücreler aracılığıyla beyinde gerçekleşir. Örneğin, kırmızı ve yeşil konlar belli bir frekanstaki ışık ile eşit olarak uyarıldıklarında beyin bu rengi sarı olarak algılar. Fakat kırmızı konlar yeşil konlardan daha fazla uyarılırlarsa beyin bu rengi turuncu olarak algılar.

Konik hücrelerden birinin olmaması renk körlüğüne neden olur. Bu durum kalıtsaldır. Erkeklerin % 8 i, kadınların % 0.3 ü renk körüdür. Renk körü demek renkleri karıştıran demektir. Örneğin bir adamın kırmızı konik hücresi yoksa kırmızı ve yeşil rengi etkin olarak ayıramaz. Aynı durum yeşil konik hücrenin olmaması halinde de meydana gelir. Her iki durumda da bu kırmızı-yeşil renk körlüğü olarak adlandırılır. İnsanlarda hiç renk ayırımı yapmama iki konik hücrenin eksikliği ile ortaya çıkar ve çok nadirdir.

Yukarıda anlatılan renkli görme teorisi, farklı yoğunluktaki kırmızı, yeşil ve mavi ışık demetlerinin birçok renkleri veya renk tonlarını oluşturduğu deneysel gerçeklere dayanır.
(Kaynak: Zambak Fizik 3)

Demek ki, İnsan gözü;
7 milyar / 21 = 333 milyon / 3 = 111 bin piksel = 105 mp’dir.

İnovasyon Kültürü Üzerine

“İş oyununun kuralları değişiyor” denirdi, bundan 2-3 yıl evvel. Artık bu basmakalıp cümlelere iş yaşamımızda yer vermiyoruz. İşverenler olarak, değişen kurallara organizasyon kültürümüzü adapte etme sürecinin başlarıda sayılırız. Bu makalenin hedefi, işinizde başarınızı ve kârlılığınızı arttırmak için, artık pek verimli olmayan klasik yöntemlerin yanısıra yenilikçi yöntemleri kullanmanın zamanı geldiğine olan inancınızı arttırmak ve hâlâ yerinde duranları harekete geçirmektir.
Nedir İnovasyon?

İnovasyon bir kavramdır ve her kavramın olduğu gibi inovasyonun da birden çok tanımı vardır. Sizlere benim en doğru bulduğum inovasyon tanımını vermek istiyorum: Bir ürün veya hizmetin, tasarım, üretim, satış, satış sonrası hizmetler veya diğer aşamalarında (yani her aşamasında) yapılabilecek bir yenilik (mevcudu değiştirme veya yeni bir şey ortaya koyma) sonucunda o ürün veya hizmetin rekabet gücünün artmasının sağlanıyorsa ve dolayısıyla ticari açıdan kârlılığı arttırıyorsa bu yapılan yeniliğe inovasyon denir.

İster tuvalette olsun ister toplantı salonunda, tüm inovasyonlar bir fikir olarak doğar ve işletmeye ticari fayda olarak geri döner!

İnovasyon yaparak kârlılığınızı arttırmak için daha detaylı öğrenmek isteyebilirsiniz ve inovasyon’un başka tanımları için Google’a “inovasyon nedir” yazıp arama tuşuna basabilirsiniz. Ama maalesef bu tanımları derlemek size çok bişey kazandırmaz. İnovasyonu hissedebilir hale gelmek önemlidir. Bunu güzel bir misal ile açıklayayım; örneğin “kalite” kavramı. Kalite, hepimizin hayatına girmiş, sözcüklerle cümlelerle tanımlamakta zorluk çekebileceğimiz ama onu hissetmekte hiç zorlanmadığımız bir kavram olduğunu söyleyebiliriz. Kaliteyi hemen farkedebiliyoruz, görebiliyor hatta dokunabiliyoruz. Benzer şekilde inovasyonu da görebilmeli, onun sesini duyabilmeli ve kokusunu hissedebilmeliyiz. Bu hale gelebilmeliyiz ki gerçekten inovasyonun ne olduğunu anlayabilelim. Bunun için eğitim almaya ve araştırmaya, inovasyon ve inovasyon kültürü kavramları üzerinde vakit yatırımı yapmaya ihtiyacımız vardır.

İnovasyon = Arge midir?

“İnovasyon ne kadar arge dolarına sahip olduğunuz ile ilgili değildir. Apple Mac’i ürettiğinde, IBM argeye en az 100 kat daha fazla harcamaktaydı. Bu, parayla ilgili değil. Bu sahip olduğunuz insanlar, nasıl yönetildiğiniz ve ne kadar anladığınızla ilgili.” diyor Steve Jobs.

Evet, inovasyon, rekabet gücünün simgesidir. Bununla beraber rekabetçilik ile ilgili fonları incelediğinizde ağırlıklı olarak arge yatırımlarının desteklendiğini ve/veya desteklenmeye çalışıldığını görüyoruz. Ama direk olarak ‘inovasyon = arge’ demek yanlış olacaktır. Benzer bir soru inovasyon ile icad kavramları arasında da vardır.

İnovasyon = İcad mıdır?

Bir icadın inovasyon ve bir mucidin inovatör olması için sonucun para kazandırması gerekmektedir. Yani şunu diyorum: Bir çok icad vardır ki ticari kârlılık getirmez ve bir çok inovasyon vardır ki bir icad değildir. Bir icad eğer ilgili ürün veya hizmeti rekabet gücünü arttırmak suretiyle ticari bir başarıya dönüştürüyorsa işte o zaman inovasyon deriz.

Neden inovasyon?

Küreselleşmenin etkisiyle bugün tüm sektörlerde rekabet çok üst düzeylerde yaşanıyor. Firmalar bir yandan sistemlerini mükemmelleştirmeye ve hammaddeyi ucuza maletmeye çalışırken diğer yandan da yeni fonksiyonel özellikler ve daha üstün tasarımlar geliştirerek rakiplerine karşı rekabet avantajı kazanmaya çalışıyorlar. Bir örnek üzerinden anlatalım: Global bir firmanın, dünya haritasını önlerine alıp iş planlarını yaptıklarını düşünün. Kendilerine en temel sorulardan birisini soruyolar: Maliyetlerimizi düşürmek için ne yapmalıyız? Yönetim kurulu üyelerinden birisi “Üretimi Çin’de yapalım” diyor; “Her ne kadar insan haklarına aykırı düzeyde çocuk işçi çalıştırılıyor olsa da, halen bir çok firma orada”. Bir diğeri “Müşteri hizmetlerini doğuya, Hindistan’a kaydıralım; saat 20.00’dan sonra çalan telefonlara iyi ingilizce konuşan Hintliler cevaplasın” diyor. Üçüncü ve dördüncü sıradaki yönetim kurulu üyeleri “Yazılım geliştirme işini İrlanda’da yapalım”, “Tasarımlarımızı da Amerika’da geliştirelim” diye ekliyor ve “Let’s go” diyerek toplantıyı bitiriyorlar!

HP, Dell, IBM, Sony firmalarını düşünün. Her biri neredeyse aynı özelliklere sahip laptopları üretiyor ve müşterilerine diğerlerinden daha avantajlı satmaya çalışıyorlar. Bu görüşmeler sonucunda gerçekten düşük maliyetli ve çok verimli yapılar üzerinden çalışan rekabetçi firmalar ortaya çıktı. Artık maliyetlerde de yarışamaz duruma gelindiğinden, ellerinde onları kurtaracak sadece bir kaç geçerli akçeleri kaldı: yeni teknolojiler üretmek (teknoloji odaklı yaklaşım) ve müşterilere yeni deneyimler yaşatmak (insan odaklı yaklaşım). Fikir üretmesi için suyu sıkılan beyinlerden “Webcam üzerinden yüz tanıma teknolojisi” ve “kişiselleştirilebilir kapaklı laptop” gibi fonksiyonlar ortaya çıktı ve çıkmaya devam ediyor. Bu sayede raflarda laptopların hepsini yanyana gördüğünüzde, birisini seçmek için bir bahanemiz oluyor.

Avrupa BirliÄŸi ve Amerika

Avrupa Komisyonunun 1995 yılı sonunda yayımladığı politika raporunda (European Commission, 1995) “Bütün giriÅŸimlerin rekabet güçlerini sürdürebilmek için sürekli yenilenmeye gereksinimleri vardır. Bu söylenenler ülkeler için de doÄŸrudur. Ekonomik büyümelerini, rekabet güçlerini ve istihdam olanaklarını sürdürebilmek için ülkeler de yeni fikirleri, süratle, teknik ve ticarî baÅŸarıya dönüştürmek zorundadırlar.” cümlesiyle inovasyonun yaÅŸamsal önemi vurgulanıyordu. Bu vurguyu 2000 yılında Lisbon’da düzenlenecek toplantıda açıkça ortaya koyacaktı.

23 ve 24 Mart 2000 tarihlerinde yapılan Lisbon Avrupa Konseyi, Avrupa Birliğini en rekabetçi ve dinamik bilgi temelli ekonomi haline getirmeyi hedef olarak belirlemiştir. 11 Mart 2003 tarihinde yapılan “İnovasyon politikası: Lisbon Stratejisi arka planında ve OECD Oslo El Kitabı ışığında Birliğin yaklaşımının güncelleştirilmesi” başlıklı Haberleşme Komisyonuna göre inovasyon kendi ilgili piyasaları içerisinde ürünlerin ve hizmetlerin kapsamının geliştirilmesi ve yenilenmesi; tasarım, üretim, tedarik ve dağıtım ile ilgili yeni metotların geliştirilmesi; işletme, iş organizasyonu ve işgücünün kabiliyetlerinde yeni değişikliklerin başlatılması olarak anlaşılmakta ve teknolojik, teknolojik olmayan ve organizasyonel inovasyonu kapsamaktadır.

İnovasyonun vatanı olan ABD’den de birkaç alıntı yapalım. Ülkenin baÅŸta gelen 265 sanayi ÅŸirketinin ortak organizasyonu olan Industrial Research Institute (IRI), 1996’daki BaÅŸkanlık seçimleri öncesinde, BirleÅŸik Devletler’in ekonomi ve teknoloji politikası ile ilgili olarak, BaÅŸkan ve Kongre adaylarına hitaben yayımladığı bildiriye (IRI, 1996) ÅŸu cümle ile baÅŸlıyordu: “Geçen 50 yılda ABD’de kaydedilen ekonomik büyümenin en az yarısını teknolojik inovasyona borçluyuz.”

Son ABD baÅŸkanı Barack Obama’nın bu sene Mısır’da yaptığı konuÅŸmada inovasyonu “21inci yüzyılın sermayesi” olarak deÄŸerlendirdi. Ve 21 Eylül 2009 tarihinde “Amerikan İnovasyonu” ile ilgili yaptığı açıklamada, yeni iÅŸ fırsatları ve ekonomik büyümeye odaklanarak dünyaya şöyle seslendi: “Amerika’nın geleceÄŸi ile ilgili vizyonumuz, vasıflı, yüksek verimli çalışanlar ve fırsatları ülke çapında yaygınlaÅŸtıracak güçlü yatırımlar sayesinde saÄŸlanmış bir refahı ve 21. yüzyılı ÅŸekillendirecek teknoloji, inovasyon ve buluÅŸlar sayesinde ulusumuza dünya liderliÄŸini kazandırmaktır. İnovasyon yeni iÅŸ fırsatları ve genele yayılmış ekonomik büyümeyi yaratacaktır.” dedi. Dünyanın Süper Gücü sanki gücünü nerden aldığını açıklıyor gibi, deÄŸil mi?

İnovasyon ne zaman ortaya çıktı?

İnovasyon kavramının ne kadar eskilere dayandığı sorusuna, devrin ekonomistlerinden Schumpeter’in 1911 yılında söylediği bir cümlesi ile cevap vermek istiyorum: “İnovasyon ekonomik kalkınmanın itici gücüdür.” O zaman bile itici güç ise demek ki temellerini çok daha eskilerde aramak gerekiyor.

İnovasyonun sesi uzaktan hoş gelir!

Türkiye’nin son 3-4 yılında, ardı ardına inovasyon haberleri almaya başladık. Arçelik, Akbank, Vestel gibi firmaların inovasyonu öne çıkaran reklam kampanyalarını gördük. Fikirden ticari başarıya giden yolu hedefleyen TEB, ODTÜ, Elginkan Vakfı gibi bir çok firma, üniversite ve sivil toplum kuruluşunun düzenlediği yenilikçi iş fikri yarışmalarını izledik. Microsoft gibi dünya devlerinin ülkemizde ve Avrupa’da kurmayı planladığı inovasyon merkezleri haberlerini okuduk. Öyle ki artık bu konu meydanlara indi, “projeni getir, hediyeni kazan” yaklaşımından “şu alanda faaliyet gösteren şirketimiz için şu konu üzerinde geçerli bir iş fikrini geliştir, hediyeni kazan” kadar somutlaştı. Özellikle finans sektöründe bu türlü kampanyalardan haberdar olduk. Yatırım sermayalerini konuşur olduk, iş meleklerini de cümle arasında kullanmaya başladık. İnovasyonun her ay düzenli olarak değinilmediği bir ekonomi dergisi kalmadı gibi. İnovasyon kavramını henüz tanımadan kanıksamaktan da korkmuyor değilim doğrusu.

Bununla beraber basit bir karşılaştırma ile daha katedecek çok yolumuz olduğunu söyleyebilirim. Amazon.com sitesinde “innovation” kelimesini arattığımda 315.227 sonuç listeliyor. Kitapyurdu.com sitesinde “inovasyon, innovasyon, yenilikçilik” kelimelerini arattığımda ise toplamda 14 kitap yer alıyor. İnovasyon eğitimleri, danışmanlığı, yönetimi, ölçümü gibi konularda araştırma yapıldığında ise Türkiye’de inovasyon kavramının henüz ne kadar genç olduğu ortaya çıkıyor.

İnovasyon bir kültür meselesidir

Tüm bu gelişmeler yaşanmaya devam etsin, etmeli. Bununla beraber herşeyden ama herşeyden önce, inovasyon, bir kültür meselesidir.

İşletmelerimizdeki değişim ihtiyacının farkındayız ve bu değişime inanıyoruz. İşte bu inanca sahip olmanın, organizasyonlarımızda bu yenilik potansiyelini beslemenin, büyütmenin ve sonuçlarını üretmenin adına ‘İnovasyon Kültürü’ diyoruz.

Atmosfer, dünyayı insan neslinin yaşayabileceği bir ortam haline getirmiştir. İnovasyon kültürü de organizasyonlarınızda yeniliklere açık ve inovasyon üreten bir atmosferin genel adıdır. Bireysel, ekip ve organizasyon düzeyinde bu kültüre sahip olmak gerekiyor.

İnovasyon Eğitimleri

İnovasyon kültürüne sahip olmak adına çeşitli yöntemler önerilebilir. Genelde eğitimler, seminerler gibi klasik gelişim yöntemleri karşımıza çıkıyor iken oyun oynayarak inovasyon kültürünün gelişimi gibi inovatif yöntemler de mevcut.

Eskiler ne demiş: Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez! Yani inovasyonel bir firma, yönetim ve çalışanlar için harcadığınız eğitim ve yönetim giderlerinin geri dönüşünü fazlasıyla alacaksınız; bundan emin olabilirsiniz.

Herşeyden ama herşeyden önce, inovasyon bir kültür meselesidir. İşte tam bu sebepten dolayı İnovasyon Kültürü Eğitimi tüm eğitimlerin başında gelir. Bu konuda dünyada verilen eğitimleri şöyle listeleyebiliriz:

  • İnovasyon Kültürünü GeliÅŸtirmek ve Sürdürmek
  • İnovasyon ile Sürdürülebilir GeliÅŸim için Rehberlik
  • Yeni Ürün GeliÅŸtirme Sürecini Tasarlamak ve Etkin Yönetmek
  • Yaratıcı Problem Çözme
  • Yenilikçi Fikirleri Satma ve Savunma
  • İnovasyon Programlarının BaÅŸarısızlık Nedenleri ve Önleme Yolları
  • Toplam İnovasyon Yönetimi
  • Fikir Yönetimi LiderliÄŸi
  • Verimlilik ve Süreç İnovasyonunda Rehberlik
  • Fikir Katilleri

Paragraf paragraf yazıları incelemekten kaçan bazı okurlarımız da olabilir. Yazımızın sonunda onları da düşündük. Fikirlerin düşüncesizce reddedildiği cümle kalıplarının listesi burada. Bu kalıplar genelde işe yarayan ve yol gösterici eleştiri yapamayacak kadar tembel insanlar tarafından kullanılırlar. Bu kadar yazının sonunda hala inovasyonu görmezden gelmek isterseniz, siz de kullanabilirsiniz.

  • Bunu daha önce denemiÅŸtik
  • Bunu daha önce hiç yapmadık
  • Bu ÅŸekilde denememiÅŸtik
  • Asla yürümez
  • Bütçemizde yok
  • Zamanımız yok
  • Yöneticiler buna destek olmaz
  • Alanımızın dışında
  • İnsanlar bunu sevmeyecek
  • Yeterince para kazandırmaz
  • Ne kadar ahmaksın!
  • AÄŸzını kapalıyken daha akıllı görünüyorsun

İnovasyonla ilgili söylenecekler henüz bitmedi

İnovasyonu hayatımızın her alanına dahil etmek ve inovasyon kültürüne sahip olmak için anlatabileceğimiz daha çok başlıklar var. İnovasyon yarışmalarından ve inovasyon oyunlarından bile bahsetmedik henüz! İnovasyonu hayatımızın bir parçası olmasına vesile olabilirsek ne mutlu bize.

Yeni mezun profesyoneller için bir fırsat: Sivil Toplum Kuruluşları

Yeni mezun, işveren için bir yatırım aracıdır. Hem de diğer tüm yatırım araçlarından daha riskli, tüm yatırım araçlarından geri dönüşü daha uzun bir araç. Yeni mezun denildiğinde potansiyel sahibi, idealist, dinamik bireyler akla gelir. Ama bir iş adamı için bunlarla beraber tecrübesiz, verimsiz, güvenilmez bireyler de akla geliyor. Her şeye rağmen ben onlara “yeni mezun profesyoneller” demeyi tercih ediyorum.

Bununla beraber bugünlerde (daha doğrusu bu yüzyılda) iş dünyasında rekabet çok üst düzeyde yaşanıyor. Dünya kocaman bir fabrika olmuş; verimlilik en üst düzeye çıkarılarak maliyet en aza indirgenmiş; pazarlama kanallarına her gün yeni bir mecra ekleniyor. Markalar birbirleriyle yarışmakta sınır tanımıyor; hedef kitlelerinin mantıklarına, duygularına, hayallerine hitap ettikleri yetmiyormuş gibi annelerine, dedelerine bile ulaşmaya çalışıyorlar. Rekabetçilik ve yenilikçi iş fikirleri üzerine uluslar arası hibe programları, yarışmalar, teşvikler planlanıyor. Yöneticiler ve yatırımcılar, yediden yetmişe herkesten kendilerine rekabet üstünlüğü sağlayabilecekleri bir espri yakalamaya çalışıyorlar. Bence bu hâl, yeni mezun profesyoneller için bir fırsat ortamı oluşturmuş durumda. Başarılı olabilecek bir iş fikrini geliştirebilecek bir yeni mezunun önünde, yatırım ve kariyer fırsatları sıralanacak diye düşünüyorum.

Yüksek rekabetçi ortamlarda kazanç büyümekte olan sektörlerde. Bazı holdingler yatırımlarını perakende sektöründen çekerek enerji sektörüne doğru kaydırıyor. Yeni sektörlerde kazanç daha yüksek olduğundan yeni mezun profesyoneller için bu sektörlerde kariyer hedeflemek çok mantıklı görünüyor.

Avrupa Birliği’ne giriş ve demokratikleşme süreçlerine paralel olarak sivil toplum da büyüme ve gelişme sürecinde. Sivil toplum kuruluşu denildiğinde ise siyasi, amatör, geçici ve imkânları kısıtlı organizasyonlar akla gelirdi. Son yıllarda ise sivil toplum kuruluşlarının kuruluş bürokrasisi oldukça azaldı, sayıları hızla artıyor, dernekler daha çok etkinlik yapıyor, haliyle çalışan sayıları da artıyor, kaliteye önem vererek kurumsallaşmalarını tamamlıyorlar.

Sivil toplum kuruluşları hızla profesyonelleşiyor. Bu süreçte STK’larda görev almak artık bir meslek haline geliyor. STK’lar için çeşitli pozisyonlara ve alt uzmanlık alanlarına yönelik özel eğitimler başlamış durumda. Üniversitelerde eğitimleri veriliyor. Yeni mezun profesyoneller de sivil toplum kuruluşlarını artık bir sektör olarak görmeli ve bu alanda çalışabilmek için azami gayret sarfetmeli diye düşünüyorum. Henüz spesifik uzmanlık alanları oluşmadan elde edilebilecek, kendine değer katacak önemli bir deneyim onlar için. Yüksek lisans ve doktora öğrencileri için de karşılıklı değerlendirilecek bir fırsat. Ülkemizde her lisans üstü öğrencinin en az bir sivil toplum kuruluşunda etkin görev alması gerektiğini savunuyorum. Bu kişiler sivil toplum kuruluşları için de başarılı bir tercih olacaktır. Çünkü hem eğitimli hem düşük maliyetli çalışan veya gönüllü anlamına geliyor.

Burada sadece mezunlara da yüklenmeyelim; öğretim görevlilerimizin de bu konuyla ilgili sorumlulukları var aslında. Deneyimli hocalarımızın yeni mezun profesyonelleri sivil toplum kuruluşlarında çalışmaları, hatta bir sivil toplum kuruluşu kurmaları konusunda yüreklendirmeleri ve onlara danışmanlık yapmaları gerektiğini düşünüyorum.

Ülkemizdeki sivil toplum kuruluşlarında ağırlık olarak üniversite mezunları görev aldığı zamanlar geldiğinde, işte o zaman Türkiye sivil toplumunun altın zamanları gelmiş demektir. Bu konuya gerçekten çok önem veriyorum. Verdiğim değeri ifade etmek için de şunu söyleyeyim: Bir gün gelecek “Hemşerim, memleket nire?” diye değil “Arkadaşım, hangi STK’lara üyesin?” denilecek!

Son olarak şunu belirtmek isterim: İş hayatında başarının 3 unsuru var: Sermaye, Bilgi ve Çevre. Özellikle çevre konusunda ama genel olarak her üçü için de sivil toplum kuruluşları değerlendirilmesi gereken bir fırsattır.

Bütün inovasyonların tek bir amacı vardır: Daha fazla satmak!

Tamam kabul ediyorum; başlık çok kapitalist oldu. Hiç mi eko-inovasyon yok diyebilirsiniz, sosyal yardım kampanyalarında yapılanlar inovasyon değil mi diyebilirsiniz, fabrika çalışanlarının refahlarını artıran inovasyonlar da mı böyle diyebilirsiniz.. Ancak ne derseniz deyin, bütün inovasyonlar daha fazla satış ve doğal olarak daha fazla para kazanmak anlamına geliyor.

İnternette 2010 yılının iÅŸ fikri grup satış oldu. İnsanlar bir mal veya hizmetten uygun fiyata 2bin tane satın alıyorlar ve bu sebeple ya doÄŸrudan ya da dolaylı olarak satıcı para kazanıyor. Bu akım 2011’de de güncelliÄŸini yitirmedi. -Hala bu alana giremediÄŸimden dolayı piÅŸmanım 🙁 Peki 2012’nin best iÅŸ fikri ne olacak?

Bunları düşünürken aklıma geliyor: ‘insanların atıl zamanlarını yakalamak’ lazım gelebilir. Mesela tuvalette otururken karşımıza reklam asmak düşünüldü ancak çok baÅŸarılı olamadı. Sanırım o sırada insanların daha önemli iÅŸleri vardı 🙂 Benzin doldurulmasını beklerken birÅŸeyler yapmayı da düşündüler, tam olarak olmadı. PO’nun ofise gitmeye gerek kalmayan eÅŸleÅŸmiÅŸ kart teknolojisini buradan tebrik ediyorum. Her ne kadar her zaman düzgün çalışmasa da. Henüz kuyruk beklerken önümüze çıkan bir fırsat / satış yok; denenebilir. Otobüste veya gemide seyehat ederken ‘ÅŸu elimde gördüğünüz..’ satışı zaten bayadır yapılıyor; baÅŸarı katsayısı her ne kadar düşük olsa da.. Ve biÅŸeyler biÅŸeyler daha..

Dünya para kazanmak için yeterince büyük. Ancak çook para kazanmak için ıo kadar büyük değil. Sadece para kazanmayı hedefliyorsanız niş alanlara da yönelebilirsiniz. Gün yapan hanımlardan tutun da ihaleye giren müteahhit firmalara kadar çeşitli hedef kitleleriniz olabilir.

Her ne yaparsanız yapın, hangi fikri gerçeğe dönüştürürseniz dönüştürün tek hedefiniz şu olmalı: Daha fazla satmak!